Çağdaş Türk Resim Sanatı

Çağdaş Türk Resminin Erken Dönem Gelişimi

“Türk resim sanatında XVIII. yüzyıla kadar temeli Türk-İslam geleneğinden gelen minyatür sanatının hâkim olduğu görülmektedir. XIX. yüzyıl başlarından itibaren köklü bir değişim başlamış ve yoğunlaşan Batılılaşma hareketleri resim alanında da etkili olmuştur. XIX. yüzyıl sonlarına gelindiğinde ise Batılı anlamda tuval resmine geçiş başlamıştır. Bu dönemde, Avrupa’da eğitim gören Türk ressamlar (Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza -Hoca Ali Rıza o dönemde çıkan kolera salgınından dolayı Avrupa’ya gidememiştir- Hikmet Onat ve Nazmi Ziya Güran) bu gelişmeye öncülük etmişlerdir.” gibi ifadeler kullanarak öğrenme-öğretme sürecini başlatınız.

XIX. yy’ın son döneminde resim eğitimi için ilk kez Avrupa’ya gönderilen Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Nazmi Ziya Güran ve Hikmet Onat gibi ressamlar; Türk resim sanatının gelecekteki sanat üsluplarını, dönemin sanatsal özelliklerini ve altyapısını oluşturmuşlardır.

Türk resim sanatında Batılı anlamda bir üslup oluşturan ilk kuşak sanatçıları arasında Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa gelir. Osman Hamdi Bey, Türk resminde Batılı anlamda figürü ilk olarak kullanan sanatçıdır. Şeker Ahmet Paşa ise resimlerinde ormanlar, meyveler, çiçekler, geyikler, koyun sürüleri ve çoban köpekleri gibi konuları işlemiştir. Osman Hamdi Bey resimde “konuya”, Şeker Ahmet Paşa özellikle “kompozisyona” önem verir. Hoca Ali Rıza, başta Üsküdar sokakları olmak üzere İstanbul ve çevresine özgü görüntüleri işleyen manzara resimleri ile tanınır.

Osman Hamdi Bey (1842-1910)

Osman Hamdi Bey, Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın oğludur. 1860’ta hukuk öğrenimi için Paris’e gitmiştir. Bunun yanı sıra Paris’teyken aralarında Jean-Leon Gerome’un (1824-1904) da bulunduğu dönemin ünlü ressamlarının atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi almıştır. Osman Hamdi Bey, Batı terbiyesiyle yetişen ancak içinde bulunduğu kültürden uzaklaşmadan bunu yansıtabilen döneminin en önemli ressamlarından biridir. Sanat alanındaki çalışmalarının yanı sıra arkeoloji alanında da birçok çalışmaya katılmıştır, hatta Türkiye’deki ilk Türk müzesinin kurucusudur. 1881’de Müze-i Hümayuna (İmparatorluk Müzesi) atanmasıyla Türk müzeciliğinin parlak dönemi başlamıştır. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Sanayii Nefise Mektebini ve İstanbul Arkeoloji Müzesini kurmuş ve buranın müdürlüğünü yapmıştır. Osman Hamdi Bey Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda’da arkeolojik kazılar yapmıştır. Yaptığı kazılarla ilk Türk arkeoloğu unvanını almıştır. Türkiye’de ilk bilimsel Türk kazıları ve çağdaş müzecilik anlayışı onunla başlamıştır. Bu çalışmalarından dolayı Türk müzeciliğinin modern anlamda kurucusu olarak kabul edilmiştir.

Osman Hamdi Bey ressam olarak önemli eserler vermiştir. Resimlerinde Paris’te bulunduğu dönem eğitim aldığı Jean-Leon Gerome ve Gustave Boulanger’ın (1824- 1888)] etkileri ve oryantalist etkiler görülür. Türk resminde ilk kez figürlü kompozisyonu kullanan ressamdır. Resimlerinde mimari ögeler, çinili panolar, halılar, süslemeli objeler, örtüler, kandiller, rahleler, türbe mekânları, hat levhaları, aile portreleri ve insan figürleri kullanmıştır. Osmanlı kadınının iç ve dış mekânlardaki yaşayışını resmetmiştir. Doğu-Batı, inanç-aşk ve yaşam-ölüm gibi ikilemlerin izini sürmüştür. Batılı anlayışla figürlü resmin ilk temsilcisi olan Osman Hamdi Bey XIX. yy’ın son döneminde, sanat ve kültür alanında yenileşme ve Batılılaşma hareketinin öncüsü olmuştur.

Önemli eserleri “Kaplumbağa Terbiyecisi”, “Arzuhâlci”, “Kur’an Okuyan Hoca”, “Silah Tüccarı”, “Leylak Toplayan Kız”, “Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar”, “Feraceli Kadınlar”, “Mimozalı Kadın” , “Ab-ı Hayat Çeşmesi” ve “Mihrap” adlı tablolarıdır.

Şeker Ahmet Paşa (1841-1907)

Türk tarihinde kendi adına resim sergisi açan ilk ressam olan Şeker Ahmet Paşa, natürmort ve manzara resimleri ile ünlüdür. 1841 yılında, Üsküdar’da doğan Şeker Ahmet Paşa’nın gerçek adı Ahmet Ali’dir. Çocukluk hayatını İstanbul’da geçiren Ahmet Paşa, 1885 yılında tıp eğitimi görmek için başladığı Tıbbiye Mektebindeki tahsilini yarıda bırakarak Harbiye Mektebine geçti.

Şeker Ahmet Paşa’nın Tıbbiye yıllarında başladığı ve Harbiye’de de devam ettirdiği resim hayatı, Sultan Abdülaziz’in dikkatini çekti. 1863 yılında bizzat Sultan tarafından Paris’e resim eğitimi almaya gönderildi. Paris’te, Boulanger ve Gerome atölyelerinde çalıştığı zaman diliminde Camille Corot  (1796-1875), Gustave Coubert  (1877- 1919) ve Charles-François Daubigny (1817-1878) gibi ünlü ressamlardan etkilendi. Ahmet Paşa, 1869 yılında Paris’te açtığı ve yağlı boya çalışmalarının yanı sıra Abdülaziz’in kara kalem bir portresini de içeren sergi açtı ve mezun oldu.

Şeker Ahmet Paşa, Fransız-Alman Harbi’nin başlaması ile 1871’de Osmanlı ülkesine geri döndü. 27 Nisan 1873 tarihinde Osmanlıdaki ilk resim sergisini açtı. Bu sergi, o döneme kadar Osmanlıda dinsel motiflerden öteye geçememiş resim sanatının ilk Batılılaşma örneklerinden biridir. Şeker Ahmet Paşa’nın empresyonist üslubu, modern resim sanatı ve akımlarının da Osmanlıda başlamasına öncülük etmiştir. Şeker Ahmet Paşa; eserlerinde empresyonist üslupla manzara, hayvan resimleri gibi konuları işlemiş ve insan figürleri yapmaktan uzak durmuştur. Şeker Ahmet Paşa’nın ustalığını gösterdiği alan, natürmort resimlerdir. Avrupa modern sanatında olduğu gibi paletinden siyahı çıkarmış ve tayf renklerini kullanmıştır. Genellikle bir doğa parçası önünde anlık görüntüleri resmetmiştir. Resimlerinin önemli bir bölümü; İstanbul Resim Heykel Müzesi, Ankara Resim Heykel Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi ile bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

Önemli eserleri “Geyikli Peyzaj”, “Bursa’da Bir Orman”, “Karpuzlu Natürmort”, “Talim Yapan Erler” ve “Ormanda Koyun Sürüsü”dür.

Hoca Ali Rıza (1857-1930)

Süvari Binbaşısı Mehmed Rüşdi Bey’in oğludur. Türk manzara resmine çağdaş boyutlar kazandıran ressamdır. Asker Ressamlar adıyla anılan grubun üçüncü kuşak temsilcilerindendir. 1879’da girdiği Askerî Rüştiyede arkadaşları ile birlikte bir “resim atölyesi” açılmasına önayak oldu. Burada Osman Nuri Paşa ve Süleyman Seyyit gibi dönemin ünlü ressamlarından ders aldı. 1884’te Harbiye Mektebinden mezun olduktan sonra aynı okulda 30 yıl öğretmenlik yaptı. Birçok asker ressamın yetişmesine katkıda bulundu. Ayrıca İnas (Kız) Sanayiinefise Mektebi ile Çamlıca ve Üsküdar Kız Liselerinde de öğretmenlik yaptı. 1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin bir süre başkanlığını yaptı. Cemiyetin yayımladığı dergiye dönemin diğer önemli ressamları ile yazılar yazdı. Hoca Ali Rıza, öğretmenliği sırasında hazırladığı taslak defterine doğadan ya da zihinden birçok kara kalem çizim yaptı. Bu çizimler, o dönemde canlı modelden çalışma olanağından yoksun öğrenciler için örnek oluşturuyordu. Kara kalemin yanı sıra sulu, guaj ve yağlı boya ile çok sayıda manzara resmi yaptı. Bu resimlerinin çoğunda doğayı, Üsküdar’ın eski sokaklarını, ahşap evleri, çeşme ve mezarlıkları işledi. Çok sayıda da ev içi çizimi yaptı.

Doğaya büyük bir içtenlikle bağlı olan Hoca Ali Rıza, yaptığı durgun ve dingin manzaralarla bir anlamda kendi adıyla anılan bir okul oluşturmuştur. Manzaralarında önceki kuşaklarda izlenen minyatür benzeri etkiler görülmez. Daha çok açık hava ressamlarının kullandığı saydam renklerden yararlanmış, koyu renklerden uzaklaşarak açık ve ışıltılı renkleri tercih etmiştir. İzlenimcileri anımsatan bir paleti vardır. Işıklı alanları turuncumsu sarı, gölgeleri ise morla renklendirmiştir.

Hoca Ali Rıza’nın tek toplu sergisi ölümünden üç yıl sonra Eminönü Halkevinde açıldı. 1958’de Ankara’da, 1960’ta da İstanbul Belediyesi Şehir Galerisi’nde bazı yapıtları sergilendi. İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan yapıtları arasında “Üsküdar’dan”, “Fenerli Sokak Üsküdar” ve “Ağaçlar Arasında Ağıl” sayılabilir. Eserleri Millî Kütüphanede ve çeşitli müzelerde yer alır.

Hikmet Onat (1882-1977)

1882 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Sanayii Nefise Mektebinde okudu. 1910 yılında resim üzerine açılan bir yarışmayı kazanarak Paris Güzel Sanatlar Akademisinde, Fernand Cormon  (1845-1924) Atölyesinde dört yıl çalıştı. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yurda döndü ve Nişantaşı Sultaniyesinde öğretmenlik yapmaya başladı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve kurucuları arasında yer aldı. 1917’de Viyana ve Berlin’deki Savaş Resimleri Sergisi’ne katıldı. Hikmet Onat ilki 1969’da Ankara’da, ikincisi 1977’de ölümünden birkaç ay önce İstanbul’da olmak üzere iki kişisel sergi açtı. 34 ve 35. Devlet Resim Heykel Sergisi’nde ödül kazandı. Kişiliği genellikle manzara resimlerinde beliren sanatçı, yaşamı boyunca resimde izlenimciliğe bağlı kaldı. Çoğunlukla İstanbul’un deniz ve kır görünümlerini tercih etti. Geniş ve enli tuş birleşimlerinden oluşan biçimi ile bir İstanbul portrecisi olarak anılır. Hikmet Onat, çağdaş resim sanatında üretken bir manzara ressamı olarak da tanınır. İstanbul’a dönüşünde ilk yaptığı resim Beşiktaş kıyısındaki sandallardı. Mavna ve yelkenlilerin sulara vurmuş yansımalarını, Boğaz’ı ve Haliç’i, sandal kümeleriyle süslü kıyıları, geriye doğru uzaklaştıkça grileşen ve morlaşan bağ ve bahçe görünümlerini tablolarına geçirdi. Türk resminde Hoca Ali Rıza’nın yoğun biçimde başlattığı doğa ve İstanbul sevgisini tablolarına yansıttı.

Açık hava ressamı olan Onat’ın portreleri, figürleri ve birkaç figürü bir araya getiren düzenlemeleri azdır. Geniş fırça tuşları ile, sarı, yeşil, kahverengi ve mavi tonlarının uyumlu dengesini yakaladı. Kendine özgü bir resim türünün doğa sevgisi ile bütünleşen örneklerini verdi. İlk ve son sergisini ölümünden birkaç ay önce açtı.

Empresyonist akımın Türkiye’deki temsilcilerinden olan Hikmet Onat, Türk resim tarihinin büyük ustalarındandır. Sanat hayatında bir kere sergi açabildi. Bunun nedenleri şu şekilde açıklanabilir: Hikmet Onat alçak gönüllü, son derece mütevazı bir kişiydi. Gösterişi ve reklamı sevmeyen bir sanatkârdı. Hikmet Onat çok az fakat öz konuşurdu. İçine kapanıklığı nedeni ile kendisini toplumun gürültülü yaşamından uzak tutardı. Hikmet Onat 16 Mart 1977’de, İstanbul’da öldü.

Önemli eserleri “Siperde Mektup Okuyan Askerler”, “Salacak’ta Kayıklar” ve “Kız Kulesi”, “Peyzaj”, “Büyükdere”, “Büyükada”, “Dilburnu”, “Manolyalar”, “Çengelköy”, “Onat Tekneleri”, “Topkapı Sarayı” ve “İstanbul Peyzajları”dır.

Nazmi Ziya Güran (1881-1937)

Nazmi Ziya Güran, 1881 yılında İstanbul Aksaray’da doğdu. Güran, Hoca Ali Rıza ile tanışarak ondan resim dersleri aldı ve sanat görüşünü de bu sayede oluşturdu. 1902 yılında hayalini kurduğu Sanayiinefise Mektebine kaydını yaptırdı.

Nazmi Ziya’nin Paris öncesi resimlerindeki etki, empresyonist bir etki değil Hoca Ali Rıza’nın etkisidir. 1905 yılında Paul Signac (1863-1935) İstanbul’a geldi. Şeker Ahmet Paşa’nın konuğu olan puantilist (noktacı) ressam Signac ile tanışan Nazmi Ziya, bu sanatçıdan çok etkilendi. 1908’de Paris’e gitti. Académie Julian’da Marcel Baschet (1962-1941) ve Lionel Royer’ın (1852-1926) hocalık yaptığı atölyeye devam etti. Fernand Cormon’un [Fernand Korm (1845-1924)] Atölyesinde de 1913’e kadar çalıştı. Nazmi Ziya’nın Paris yıllarında, en ünlü empresyonist sanatçı Claude Monet’ydi  (1840-1926). Monet, resimlerinde boyayı tüpten çıktığı gibi kullanarak değişen ışık kaynağı altında günün değişik saatlerinde nesnelerin görünümlerini seri fırça vuruşlarıyla yakalamaya çalışmıştır. Monet’nin bu üslubu Nazmi Ziya’nın dikkatini çekmiştir. Nazmi Ziya da aynen Monet gibi manzaralarında günün, haftanın, ayın, yılın belirli günlerini, saatlerini, ışıklarını kullandı ve bunlardan diziler oluşturdu. Nazmi Ziya’nın neredeyse tüm resimlerinde gözlenen buğu, durgun denizler, uzak ağaçlar ve hüzünlü yüzler Ahmet Haşim ve Yahya Kemal şiirlerinden pek çok dizeyi de çağrıştırır. Sanayii Nefise Mektebinde öğretmenlik yaptı. Sanat tarihinde 1914 Kuşağı sanatçıları olarak anılan ressamların arasında, izlenimciliği resimlerinde en yetkin şekilde uygulayan kişi olarak Nazmi Ziya Güran gösterilebilir.

Nazmi Ziya’nın Fransa dönüşünde yaptığı “Şezlongda Pembeli Kadın” tablosu Claude Monet’nin ilk dönem resimlerini anımsatır. Tabloda önce doğayı çalıştığı, sonradan poz verdirilen kadının yüzü belirsiz olsa da eşi olduğu, bu dönem resimlerinde başka kadın modele rastlanmadığı söylenebilir. Şezlongun yapısı biraz problemlidir, nasıl ayakta durduğu anlaşılamamaktadır. Kadının gölgelerle bezeli beyaz elbisesinin yumuşak ve sıcak tonları ile zıt resmedilmiş topuklu siyah ayakkabıları, resmin pastoral ve lirik atmosferini yok etmektedir. Bu tablo Nazmi Ziya’nın geçiş dönemi yapıtıdır.

19 Haziran 1937 tarihinde Türkiye’deki ilk retrospektif sergiyi düzenler. Sergi; heykel, resim, tezyinî sanatlar, afiş ve tarihte Karagöz olmak üzere beş bölümden oluşur. Batı akımının takipçisi olduğu hâlde yerelliği de elden bırakmamıştır. Nazmi Ziya 1937’de ölmüştür.



Bir yanıt yazın